24 Temmuz 2011 Pazar

Return

Neler yaşanmadı ki son post'tan bu zamana kadar geçen süreçte...

Zaman alır hepsini paylaşmak, ki zaten zaman en iyi ilaç değil midir?

10 Ekim 2010 Pazar

Greetings from UK

Ha öyle, ha böyle derken 10.10.10 tarihinde UK'ye ilk adım atılmış oldu. Ayağımızın alışması dileğiyle. Darısı henüz adımını atamamış olanlara.

24 Eylül 2010 Cuma

Anne Tavsiyesi

Bir insanın bir yere gitmek için vizesi ve bileti hazırsa, ama heyecanı yoksa geriye hakettiği tek birşey kalıyormuş: dayak!

En azından annem böyle düşünüyor. :=)

19 Eylül 2010 Pazar

18/09/2010 Günün Özeti

GS kötü oyun 3 puan

Kasımpaşa, Sancak, Hata

R.Madrid, Ronaldo, 90+3 koşu

15 Eylül 2010 Çarşamba

Maddi Manevi


Dünya Basketbol Şampiyonası'nda çeyrek finalin sonrası kendini belli eden bir söylem oldu bu. Müthiş bir yarı finalin ardından da iyice duyulmaya başlandı ve beklentilerin karşılanması yönünde harekete de geçildi.

Şimdi tabii güzel bir şey ülkeyi uluslararası platformda iyi temsil edenlerin maddi olarak da ödüllendirilmesi. Çünkü duyguları herşeyin önünde gelen bir millet olduğumuz için manevi ödüllendirmeler zaten fazlasıyla yapılıyor, yerine göre havaalanlarında karşılamaktan itibaren. Tabii, bir sene önce omuzlarda taşınanların, bir sene sonra işler ters gidince "zaten o başarı da tesadüfen oldu" şeklinde yerden yere vurulmasına da alışık olduğumuz için, teorik olarak bu insanların maddi olarak da ödüllendirilmesi gayet mantıklı. Çünkü manevi destekte ölçü iyi tutturulamadığı için, bir süre sonra bu maneviyat o sporcuları negatif de etkilemeye başlıyor ve hayatlarını da spordan kazandıkları için elde bir maddi destek yoksa işler çok zorlaşabiliyor onlar adına.

Bu bağlamda 12 Dev Adam'a da maddi bir destek yapılması çok normal, fakat her maç sonunda dile getirilen düşünceler arasında başı çekmesi biraz rahatsız etmiyor değil sanki. Hele ki, ülkeyi uluslararası platformda başarıyla temsil eden bir sürü insanın zaman zaman "maddi problemler yüzünden antrenman yapamıyor" haberlerini de okuduğumuz düşünülürse...

Ha tabii bu bizler oldukça fazla maneviyata dalmışken dile getirildiği için biraz garip geliyor da olabilir. Bugüne kadar bazı şeyler doğru yapılmadığı için garip geliyor belki de. O zaman bundan sonrası için dileğim şudur: Bundan sonra ülkesini başarıyla temsil eden herkes için MADDİ MANEVİ...

Bursaspor - Valencia (14/09/2010)

Bursaspor'un kendi evinde 4-0 gibi bir skorla yenilmesi ister istemez geçmişte yaşanan Sivasspor örneğini akıllara getiriyor. Fakat bir fark var ki, o Sivasspor kendi ligimiz baz alındığında da cidden kötüydü.

Bursaspor'un bu sezona nasıl başladığına bakarsak, bu sonucu büyük oranda Valencia'nın yeniden yapılanmasının tutması olarak algılamalıyız bence. Ki Valencia zaten hafife alınacak bir takım değildir, fakat takımden ayrılan eski oyuncularını düşününce pek bi kolay lokma gibi geldi ya birçok insana, o yüzden bu açıklamayı da yapmak gerekli sanıyorum.

Valencia kendi liginde de iddialı olabilecek gibi görünüyor zaten ve ortasahalarında Banega'nın yokluğuna rağmen kapalı kutu olan Bursa deplasmanından da istedikleri sonucu aldılar. O yüzden direk olarak değerlendirmeleri Bursaspor üzerinden yapmak biraz yanıltıcı olabilir, bu Valencia büyük ihtimalle Manchester United'e de kafa tutabilecektir.

Ha ama derseniz ki, "Koskoca! Süper Lig'de o kadar takım hem kadro hem de oyun olarak Bursaspor'u alt edemediler de, iki büyük yıldızını satıp yeniden yapılanan Valencia mı etti?". Cevabım iki kelime: "Aynen öyle".

Bizim ligimizdeki bazı takımlar büyüklüklerinin arkasına sığınıp, birçok alanda plansız hareket etmeye devam ettikçe de böyle devam edecektir.

12 Eylül 2010 Pazar

Kerem Tunçeri

   
İyi bir şekilde boş koridora yönelmek ve hata yapmadan gayet sakin bir şekilde turnikeyi bırakmak...

Dünya Basketbol Şampiyonası yarı final maçına böyle bir bitiş yakışırdı zaten ve bunu yapabilecek kişi de hem tecrübeli, hem de yetenekli bir guard olabilirdi. Kerem Tunçeri...

Olmuştur sanıyorum bi 8-9 yıl filan. Kendimi futbol üzerine konuşmakta daha kapasiteli görüyor olsam da, gençlik zamanı ciddi olarak basketbol oynuyordum o zamanlar. O aralar İbrahim Kutluay ve Harun Erdenay gibi isimler daha çok ön planda ve maçın gidişatını değiştiren oyuncular. Ama ben maçları izlerken nedense topu rakip sahaya inanılmaz bir şekilde rahatça taşıyan Kerem Tunçeri'den alttan alta birşeyler kapmaya çalışıyorum. Elbet ki, hayalim daha ön planda olan oyuncular gibi makinaya bağlamışçasına şut atabilmek ama bu top sürme işini rahatlıkla yapmanın ne kadar önemli olduğunun da farkındayım.

Tabii o aralar şut açısından çok ön plana çıkan bir oyuncu olmadığı için, etrafımdaki arkadaşlarıma bile "adam çok iyi yaa" filan dediğimde şaşırıyorlar. Ben yıllarca bıkmadan onun stilini izlerken, Kerem Tunçeri'de kendi oyununu daha çok geliştiriyor ve Avrupa tecrübesi de ediniyor.

Bu şampiyona başlayıp da takım için ne kadar önemli olduğunu herkes görürken de, kendi kendime mutlu oluyordum; ünlü bir menejerlik oyununda keşfettiği yeteneğin normal hayatta da adını duyurduğunda mutlu olan insanlar misali. Yarı final maçında da bütün tecrübesiyle müthiş bir son saniye topu kullandı ve maçı çevirdi. Milyonlarca kere tebrikler...

Benim açımdan olay burada bitmiyor tabii. Abisi Kemal Tunçeri de ülkenin yetenekli guardlarından birisiydi ve benim öğrencilik yıllarımda İTÜ forması giymişliği vardır. Tam benim de az biraz takip ettiğim zamanlar, İTÜ'nün birinci lige çıkmak için play-off oynadığı bir dönemde FMV Işıkspor eşleşmesi vardı. Sezon boyu takıma müthiş bir liderlik yapmıştı Kemal Tunçeri ve 4'lü play-off öncesi son maçtı artık. Seride durum 1-1 olup son maç kampüsü İTÜ Ayazağa'nın tam karşısında olan Işık Lisesi'nin spor salonunda yapılacaktı. Müthiş geçen bir maçın ardından Işıkspor son 4 saniyeye girerken attığı mucizevi bir üçlükle 1 sayı öne geçmişti. Mola hakkı olmadığı için oyun hemen başlayacak ama ben çoktan kafamda plan bile kurmuşum topu kullanmaya yönelik. Tam herşey iyi gidip 2 saniye kala rakip sahaya geçilmişken, Kemal Tunçeri bana göre iki adım daha atıp turnikeye girmek yerine acele bir üçlük tercihi yapmıştı ve girmeyen topla birlikte müthiş bir üzüntü ortamı içinde bulmuştuk kendimizi.

Sözün özü, bugün benim adıma Tunçeri Ailesi'nin iki üyesi ile ayrı ayrı yaşamış olduğum anılar açısından da hatırlanacak bir gün oldu. Bugün A Milli Takım'ı desteklerken, o aralar da İTÜ'yü destekliyorduk işte. O İTÜ ki, daha sonra Harun Erdenay ve İbrahim Kutluay gibi basketbolcuları da kadrosunda barındıran ve aynı kafede oturup çay içerken bile ne kadar mütevazi insanlar olduklarını bana öğreten yerdir.

8 Eylül 2010 Çarşamba

Türkiye - Slovenya (08/09/2010)

Ev sahibi olunan Dünya Basketbol Şampiyonası'nın yarı finale yükselme maçı oynanıyor, ilk periyottan itibaren oyunun üstünlüğü ele alınıp bir de hatrı sayılır bir fark olmuş, atmosfere bir bakıyorsun gurur var ama birşey eksik sanki.

Yıllardır rahatı zor yapa yapa nasıl bir ruh haline girmişsek artık; önemli maçlarda üstün oynanıp fark atıldığında bile heyecan ve coşkuyla maç izlemeyi unutmuşuz vesselam.

İşte böyle bir maç oldu.

7 Eylül 2010 Salı

Türkiye - Belçika (07.09.2010)

En nihayetinde Avrupa Şampiyonası Eleme Grubu'ndaki sıralama açısından gerekliliği tartışılamayacak bir 3 puanın alındığı maçtır.

Biraz oyun hakkında konuşmak gerekirse; ilk yarıda düşülen durum özellikle Galatasaraylılara çok yabancı gelmemiştir sanıyorum. Uygulanmaya çalışılan taktik ile futbolcuların yetenekleri ve yerleşimi birbirini tamamlamayınca, ortaya çıkan çaresizlik çok da şaşırtmadı. Belçika'da Lukaku'nun ağır ve tecrübesiz kalması milli takımımız adına büyük şanstı. Lukaku yerine biraz hareketli ve topu daha iyi kullanan bir santrfor olsaydı birkaç kontratak sonucu skor olarak en az 2 farkla geriye de düşülebilirdi.

Her ne kadar, birçok değişkeni bir kenara bırakıp "şu hamle yapıldı ve oyun döndü" tarzı kalıpları kullanmayı tercih etmesem de, gerçekten ikinci yarı başında oyuncuların yeteneklerine göre daha uygun pozisyonlara yerleştirilmesi ve forvet takviyesi ile oyunun gidişatı oldukça değişti. Maç da istenen 3 puanın alınması ile sonuçlandı.

2 Eylül 2010 Perşembe

Aynen Devam

Travis ne güzel söylemiş zamanında "I am seeing a tunnel at the end of all these lights" derken...

Galatasaray Spor Kulübü futbol şubesindeki kötü gidiş üzerine transfer döneminin sonlarına iki yeni isim sığdırdı ve kısmen ortalığı yatıştırdı. Peki bu 4-3-3'ün Orta Üçlüsü'nün sertliğini ve mücadele gücünü artıracak birini bulmadıktan sonra neye yarayacak bu flaş flaş diye duyurulan transferler?

Onu da yıllar öncesinden Travis, bizler yerine yorumlamış zaten...